![]() |
ŞeHiTLeR ÖLMeZ.......BiZLeR YaŞaTTıĞıMıZ SüReCe..!
İstiklal Marşı Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak; Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak; O benimdir, o benim milletimindir ancak. Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl! Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl? Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl! Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım! Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım. Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım. Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar, Benim îman dolu göğsüm gibi serhaddim var. Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar, "Medeniyyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar? Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın. Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın. Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın. Bastığın yerleri "toprak!" diyerek geçme, tanı: Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı: Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı. Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ? Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ! Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hüdâ, Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ. Ruhumun senden, İlâhi, şudur ancak emeli: Değmesin mabedimin göğsüne nâmahrem eli. Bu ezanlar - ki şahâdetleri dinin temeli - Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli. O zaman vecd ile bin secde eder - varsa - taşım, Her cerîhamdan, İlâhi, boşanıp kanlı yaşım, Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na'şım; O zaman yükselerek arşa değer belki başım. Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl! Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl. Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl: Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet; Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl! Mehmet Akif Ersoy |
|
|
|
şehidler vurulunca değil, unutulunca ölürler http://www.kenthaber.com/Resimler/20...1/00026667.jpg Dünya tarihini değiştiren Çanakkale Savaşı cesaretin kahramanlığa dönüştüğü ve eşi görülmemiş bir centilmenlik savaşıdır. Her iki tarafın birbirinden nefret etmeden, siperlerden birbirlerine su ve yiyecek atarak şehitlerinin de koyun-koyuna yattığı destansı bir savaştır. 18 Mart 1915 deki deniz harekatı ile başlayan Çanakkale Savaşı’nda İtilaf Devletleri boğazı geçemeyince 25 Nisan 1915’de Gelibolu Yarımadası’na asker çıkarmış ve sekiz buçuk ay sürecek olan kara savaşları başlamıştır. Bu savaşın sonunda müttefikler 43 bin şehit, 30 bin kayıp,72 bin yaralı verirken Türk ordusu da 55 bin şehit , 25 bin hastanede yaralı iken ölen,10 bin kayıp ve 100 bin yaralı vermiştir. Atatürk’ün bu savaş hakkında söylediği şu söz bu kayıpların daha sonra ülkemize ne gibi bir etkisi olduğunu anlatması bakımından çok önemlidir: “Biz Çanakkale’de bir Darülfünun gömdük”. 30 Kasım 1915’de Üsteğmen Ali Rıza ve Teğmen Orhan Bey karaya oturan bir kruvazörü bombalarken bir Fransız uçağını da makineli tüfekle düşürmüş ve “düşman uçağı düşüren ilk pilotlar” olarak tarihe geçmişlerdir. Müttefik kuvvetlerinden geride kalabilenler 20 Aralık 1915’de Anafartalar ve Arıburnu’nu , 9 Ocak1916’da Seddülbahir’i boşaltarak topraklarımızı terk etmişlerdir. Çanakkale’de müttefiklerin başarı sağlayamaması üzerine İngiltere’de hükümet düşmüş ve Deniz Kuvvetleri Bakanı olan Winston Churchill ve Amiral Fisher istifa etmek zorunda kalmıştır. http://www.kenthaber.com/Resimler/20...2/00026899.jpg General W.Birdword’un Çanakkale Savaşları için tarihe geçen şu sözleri birçok gerçeği ifade etmektedir: “ Türk askeri kadar vatanı için gözünü kırpmadan ölen,savaş anında müthiş cesaret ve fırtınalar yaratan,ateş kesildiği zaman onun kadar iyi yürekli,yumuşak kalpli,düşmanın yaralarını saran,sırtında taşıyarak onu ölümden kurtaran bir asker yeryüzünde görülmemiştir.” Gelibolu Yarımadası 1973 yılında Milli Park ilan edilmiştir. Gelibolu Milli Parkı’nın sınırları Gelibolu Yarımadası’nın Saroz Körfezinden Ece Limanına ve Çanakkale Boğazı’ndaki Akbaş İskelesi arasındadır. Bu bölgede Seddülbahir Köyü çevresindeki Tekke ve Hisarcık burunları, Ertuğrul, Morto, İkizkoyları, Alçıtepe, Kerevizdere, Zığındere ile kuzeydoğuda yer alan Arıburnu, Conkbayırı, Kocaçimen, Kanlısırt, Anafartalar ve Suvla koyları Çanakkale Savaşları’nın yapıldığı alanlardır. Bu nedenle bu bölgede her biri ayrı bir kahramanlık örneğini yansıtan şehitlikler bulunmaktadır. Bütün bu şehitliklerin anısına da Çanakkale Şehitler Abidesi dikilmiştir. Bu bölgede çeşitli yerlerde 37 Türk anıtı ve şehitliği, Fransız, İngiliz, Avustralya ve Yeni Zelanda’ya ait 33 anıt ve mezarlık bulunmaktadır. http://www.kenthaber.com/Resimler/20...1/00026650.jpg İlk Şehitler Anıtı ve Şehitliği (Gelibolu) Seddülbahir Kalesi önünde, Cephanelik Şehitliği adı ile de isimlendirilen İlk Şehitler Anıtı 3 Kasım 1914’de İtilaf Devletleri donanmasından 6 kruvazörün açtığı bombardıman sırasında bir bombanın kale içindeki cephaneliğe isabeti sonucu meydana gelen infilakta ölen 5’i subay 81’i er olmak üzere savaşta ilk canlarını veren 86 şehidimizin anısına 1986’da düzenlenmiştir. Seddülbahir Kalesi komutanı Yzb. Şevki, Komutan muavini Üstğm.Cevdet ile takım komutanları Üstğm.Rıza ile Tğm. Eşref burada yatmaktadırlar. Sekizgen mermer bir kaide üzerinde yukarıya doğru incelen mermerden anıtın arkasında kalede patlayan cephaneliği sembolize etmek için de yine mermerden bir kale burcu yapılmıştır. Bu anıt ve şehitliğin etrafı geniş bir duvar ile çevrelenmiş ve içerisi de çimlenmiştir. |
12- 18 Mart Deniz Savaşı'nda 275 kiloluk mermiyi kaldırıp topa yerleştiren Seyid Onbaşı Abdurrahman oğlu Seyyid, 1889’da Balıkesir Havran’ın http://img393.imageshack.us/img393/9...0orbasi3nd.jpg Çamlık köyünde doğar. Fukara bir ailenin çocuğu olduğu için mektep medrese görmez ama yine de rahle-i tedristen geçer, güzel Kur’an-ı kerim okur, iyi kötü derdini yazar. Köy yerinde n’olsun, kâh hayvan güder, kâh anacığı ile (Emine Hanım) el bahçesinde zeytin toplar. Balkan Harbi çıkınca onu askere alırlar. Pehlivan yapılı olduğu için adının başına bir “Koca” yakıştırırlar. Koca Seyyid üç yıl boyunca Balkan dağlarında komitacı kovalar. Tam terhis vakti gelmiştir ki onu kısa bir topçu eğitiminden geçirip Çanakkale’ye yollarlar. Kilitbahir, Mecidiye Bataryasında hizmete başlar. Çok geçmeden İngilizi, Fransızı kapımıza yığılır, 18 Mart sabahı Boğaz’ı zorlarlar. Zırhlıların ateş gücü çok yüksektir metrekareye 6 bin mermi sıkar, siperlerimizi adeta kazıyıp, göğe savururlar. Tam “oldu galiba” diyeceklerdir ki, topçu bataryalarımız ateşe başlar İngilizler yanıbaşılarında yükselen sudan kuleleri görünce çok heyecanlanırlar. Queen Elizabeth ve Ocean zırhlıları Kilitbahir önlerine gelir ve tabyaları kaldırıp koparırlar. ? Ben nerdeyim burası neresi? Bataryanın kırk yiğidi sığınağa sokulacak fırsat bulamazlar zira merminin biri cephaneye isabet eder ve müthiş bir gürültü kopar. Koca Seyyid hayal meyal yerin kabardığını ve havalandığını hatırlar... Gerisi genzindeki pis koku, kulaklarındaki derin uğultu ve bulanık simalar... Seyyid gözünü açtığında bir sıhhiye erinin kucağındadır, arkadaşlarından 14’ü şehit olmuş, 24’ü yaralanmıştır, Niğdeli Ali ise şaşkın şaşkın ortalıkta dolanmaktadır. Donanmanın gözde gemilerinde Ocean önlerine kadar sokulmuş hâlâ ateş yağdırmaktadır. Şimdi onlara cevap vermenin tam sırasıdır, lâkin toplardan ikisi toprak altında kalmıştır. Üçüncü belki işe yarar ama onun da mataforası (mermi vinci) çalışmaz. Koca Seyyid, bir katil zırhlıya, bir kırık topa bakar. Sonra çılgınlar gibi koşturup patlamamış mermi aramaya başlar. Tozun toprağın arasında üç tane mermi bulur ancak mermiler kendinden üç misli ağırdırlar. Koca Seyyid “Ya Allah” diyerek mermiyi kavrar, Niğdelinin yardımıyla sırtına atar. O yükle altı basamak çıkar ve mermiyi namluya koyar. Başlarında komutan olsa şüphesiz isabetli atışlar yapacaklardır nitekim ilk mermi uzak düşer, ikinci ise zırhlıya varamaz. Gemi (Ocean) önlerinden geçip gitmek üzeredir ki üçüncüyü yetiştirir, ateşlemeyi başarırlar. Yooo hayır bu mermi ilkmektep kitaplarında yazdığı gibi bacadan girip kazan dairesinde patla- maz. Gemiyi zor zahmet kıç tarafından vururlar. Zaten bu mahalle büyüklüğündeki dev, tek mermiyle batmaz. Ancak bakın şu Allahü teâlânın işine ki o darbe ile dümen tertibatı devreden çıkar. Binlerce beygir gücündeki motorlar gemiyi fırıldak gibi çevirmeye başlar. Efsane gemi kontrolden çıkıp ortalığı harmanlar ve gidip bir gece evvel Nusret’in döşediği mayınlara toslar. Belki inanmayacaksınız ama o koca alamet kâğıt gibi yırtılır ve tabak gibi suyun içine kayar. Gemiden atlayanlar Ocean’ın girdabına kapılır döne döne dibe batarlar. ? Maaş almaz, madalya takmaz Hadiseyi izleyen Müstahkem Mevki Kumandanı Cevat Paşa nefes nefese bataryaya koşar. Koca Seyyid’i alnından öper ve elceğizi ile onbaşı rütbesi takar. Seyyid Onbaşı tebrik ve takdir konuşmalarından çok sıkılır içinden “bir bitse” diye yalvarmaya başlar. Belki bin defa “nasıl becerdin” sualine muhatap olur ve bin defa “Cenâb-ı Hakkın yardımıyla” diye cevaplar. Hadiseyi duyan Almanlar fotoğraf makineleri ile gelir, o anı dondurmaya kalkarlar. İyi ama Seyyid bırakın mermiyi sırtlamayı yerinden bile oynatamaz. Bu poz için boş bir kovan bulur, mizansen yaparlar. Onbaşımız izin ve para tekliflerine asla yanaşmaz, yalnız o günden sonra herkese bir, ona iki tayın bırakırlar. Seyyid Onbaşı hakkına razı olur fazla tayını akadaşlarına dağıtıp dua almaya bakar. Koca Seyyid 1918’de terhis edilir. Köyüne döner ama daha soluklanamadan Yunan’ın Ayvalık ve Edremit’e girdiğini duyar. Derhal silahını kapar, dağlara çıkar. Manisa, Kula, Uşak derken Afyon’a kadar uzanır. Zaman zaman yaralanır ama cepheden kopmaz, çok arzulamasına rağmen şehit olamaz. Kışla imamı “bu nasip işidir be Seyyid kardeş” der, “düşün Halid bin Velid (Radıyallahü anh) elliden fazla harbe katıldığı halde meydanda kalma arzusuna kavuşamadı. Ancak Allahü teâlâ’nın öyle kulları vardır ki yataklarında da ölseler şehit olurlar.” Koca Seyyid ortalık sakinleyince köyüne döner, yağıyla kavrulmaya bakar. Dağdan dal budak getirir, odun kömürü yapar. Ama doğru dürüst para kazanamaz. Birileri araya girip ona madalya takmaya, maaş bağlamaya kalkarlar. Koca Seyyid “Hayırlı bir iş yaptıysak, Cenab-ı Allah ecrini verir” der dünyalığa bakmaz. 1939 yılında vefat eder, vârislerine eski elbiselerinden başka birşey bırakmaz. İyi de yapar, bu millet nice zengini, rütbeliyi unutur ama onu Fatihalarla anarlar… |
57. alay'ın sancagı Resmini gördüğünüz sancak, Çanakkale Savaşında son erine kadar şehit olan Kahraman 57nci Alay'ın Sancağıdır. Melburn-Avusturalya müzesinde sergilenen sancağın tanıtım plaketinde bakın neler yazıyor: http://www.resimload.com/070903/wSj_57.gif Resimdeki sancak, Çanakkale Savaşı’nda son erine kadar şehit olan Kahraman 57nci Alay’ın Sancağıdır. Hâlen Melbourne-Avusturalya müzesinde sergilenmekte olan sancağın tanıtım plâketinde şöyle yazmaktadır: “Bu Alay Sancağı Gelibolu savaş alanından getirtilmiştir, ama esir edilmemiştir. Türk Ordusu’nun geleneklerine göre bir alayın sancağı, alayın son eri ölmeden teslim edilemez. Bu sancak, sonuncu muhafızın da altında ölü olarak yattığı bir ağacın dalına asılı olarak bulunmuştur. Kahramanlık timsali olarak karşınızda duran bu Türk Alayı Sancağını selâmlamadan geçmeyin” |
ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ!!!! http://www.resimload.com/070904/fT5_sehit.gif ADANA (842) ADIYAMAN (11) AFYON (95) AKSARAY (285) AMASYA (32) ANKARA (1772) ANTALYA (183) ARTVİN (10) AYDIN (1746) BALIKESİR (2779) BARTIN (254) BAYBURT (21) BİLECİK (854) BİNGÖL (9) BİTLİS (59) BOLU (1405) BURDUR (606) BURSA (3737) ÇANKIRI (972) ÇANAKKALE (1788) ÇORUM (1333) DENİZLİ (2195) DİYARBAKIR (49) EDİRNE (858) ELAZIĞ (159) ERZİNCAN (282) :'( ERZURUM (109) ESKİŞEHİR (843) GAZİANTEP (502) GİRESUN (114) GÜMÜŞHANE (39) HATAY (283) İÇEL (1218) ISPARTA (55) İSTANBUL (1648) İZMİR (1720) KAHRAMANMARAŞ (213) KARAMAN (455) KARS (1) KASTAMONU (2425) KAYSERİ (771) KIRIKKALE (232) KIRKLARELİ (366) KIRŞEHİR (448) KOCAELİ (583) KONYA (2488) KÜTAHYA (1487) MALATYA (141) MANİSA (2174) MARDİN (7) MUĞLA (671) MUŞ (7) NEVŞEHİR (525) NİĞDE (509) ORDU (56) RİZE (71) SAKARYA (526) SAMSUN (44) SİİRT (40) SİNOP (1488) SİVAS (25) TEKİRDAĞ (646) TOKAT (47) TRABZON (155) TUNCELİ (30) URFA (383) UŞAK (818) VAN (36) YOZGAT (661) ZONGULDAK (753) TOPLAM : 48148 |
bizlerde bu vatan sevgisi oldugu surece, böyle ´ŞEHİT kanı olan bır vatanı ve BAYRAĞIMIZI dalgalandırırız herhalde kimsenın vatanımızı bölemesıne musade etmeyız dımı arkadaşlar? |
ŞEHİTLERİMİZE AİT MOZAİK Hasanoğlu Mehmet-yaş 20-Erzincan Merkez Mesutoğlu Mehmet-yaş 22-Adana Ceyhan Muhammetoğlu Celal-yaş 20-Kars Merkez Himmetoğlu İsa-yaş 22-Adıyaman Besni Yaşaroğlu Yusuf-yaş 19-Afyon Dazkırı Mesutoğlu Salih-yaş 22-Ağrı Merkez İsmailoğlu Atilla-yaş 25-Amasya Merkez Seyfioğlu Nizam -yaş 19-Ankara Merkez Arifoğlu Salih-yaş 22-Antalya Alanya Şerefoğlu Namık-yaş 23-Artvin Ardanuç Niyazioğlu Sadık -yaş 20-Aydın Merkez Hüseyinoğlu Ahmet-yaş 19-Balıkesir Merkez Rızaoğlu Durmuş-yaş 25-Bilecik Merkez Şehmuzoğlu Şifo-yaş 22-Bingöl Karlıova Şabanoğlu Şakir-yaş 21-Bitlis Merkez Durmuşoğlu Ali-yaş 19-Bolu Merkez Eşrefoğlu Cezmi-yaş 24-Burdur Merkez Ahmetoğlu Burhan -yaş 21-Bursa Merkez Ahmetoğlu Ömer-yaş 23-Çanakkale Çardak Hüseyinoğlu Ahmet-yaş 22-Çorum İskilip Bekiroğlu Ethem-yaş 20-Diyarbakır Merkez Hüsmenoğlu Süleymen -yaş 21-Edirne Merkez Şamiloğlu Hacı-yaş 25-Elazığ Merkez Seyfioğlu Ethem-yaş 19-Eskişehir Alpullu Burhanoğlu Murat-yaş 22-Gaziantep Merkez Reşatoğlu Mahmut-yaş 20-Giresun Merkez Eyüpoğlu Emin-yaş 21-Gümüşhane Torul Şehmuzoğlu Osman -yaş 21-Hakkari Şemdinli Salihoğlu Emin-yaş 19-Hatay Hassa Süleymanoğlu Şakir-yaş 21-Isparta Merkez Cevatoğlu Şakir-yaş 24-Mersin Merkez Hasanoğlu Lütfü-yaş 21-İstanbul Eyüp Süleymanoğlu Gazi-yaş 19-İzmir Kemalpaşa Secidoğlu Ethem-yaş 23-Kastamonu Araç Velioğlu Osman-yaş 21-Kayseri Merkez Hüsmenoğlu Zekeriya-yaş 23-Kırklareli vize Ömeroğlu Ahmet-yaş 21-Kırşehir Kaman Ziyaoğlu Musa-yaş 19-Kocaeli Merkez Sıtkıoğlu Hani-yaş 22-Konya Merkez Ömeroğlu Sakıp-yaş 22-Kütahya Emet Murtazaoğlu Mümtaz-yaş 25-Malatya Merkez Sakıpoğlu Ömer-yaş 21-Manisa Kula İsmailoğlu Nuri-yaş 25-Kahramanmaraş Afşin Şehmuzoğlu Dursun-yaş 21-Mardin Merkez Alioğlu Kemal-yaş 21-Muş Merkez Cavitoğlu Bekir-yaş 24-Nevşehir Hacıbektaş Ahmetoğlu Ahmet-yaş 21-Niğde Aksaray Ethemoğlu Ethem-yaş 23-Ordu Merkez Ethemğlu Ethem-yaş 20-Rize Merkez Mahmutoğlu Ethem-yaş 19-Sakarya Akyazı Harizoğlu Temel-yaş 22-Samsun Merkez Şehmuzoğlu Baki-yaş 20- Siirt Batman Yakupoğlu Ethem-yaş 19- Sivas Merkez Hüsmenoğlu Ahmet-yaş 21- Tekirdağ Çorlu Rızaoğlu Bekir-yaş 24- Tokat Merkez İdrisoğlu Yunus-yaş 23- Trabzon Akçaabat Abdülkadiroğlu Yunus-yaş 19- Tunceli Hozat Yusufoğlu Mehmet-yaş 20- Şanlıurfa Hilvan Mehmetoğlu Mahir-yaş 23- Uşak Banaz Ahmetoğlu Bekir-yaş 22- Van Başkale Eminoğlu Muharrem-yaş 20- Yozgat Boğazlıyan Yakupoğlu Bekir-yaş 18- Zonguldak Bartın Yahyaoğlu Salih-yaş 21-Bayburt Merkez Şehitlikte Diğer Türk Dİyarlarından Gelen Mehmedler.. Yarbay Hüseyin Avni-Manastır Yarbay İsaoğlu H.Sabri-Manastır Yarbay Alioğlu Seyfettin-Vodihe Üsteğmen Hasanoğlu A.Tevfik-Yemen Binbaşı İbrahimoğlu A. Hulusi-Kudüs Yarbay Saimoğlu Rauf-Girit Üsteğmen Hayrioğlu Alisbarı-Trablusgarp Musaoğlu Hasan-Halep-Yaş 20 Alioğlu Durmuş Ali-Bağdat-yaş 19 Velioğlu İsmail-Saray Bosna-Yaş 24 Hasanoğlu İbrahim-Sofya-yaş-21 Alioğlu Ahmet-Şam-yaş 20 Hasanoğlu İbrahim-Bakü-Yaş 18 (son 2 postta yazan şehitlerin isimleri Abide nin önünde bulunan mozaiklerde yatan şehitlerdir..) |
ÇANAKKALE SAVAŞLARINDA ZAİYAT En çok kayıp kara harekatında verildi.Deniz Harekatında Türk tarafı 25 şehit ve 61 yaralı vermiştir.Yabancılar ise 800’e yakın kayıp verdiler.27 Kara harekatı her iki tarafta da pahalıya patladı.Mesela 9 Aralıkta çok şiddetli bir fırtına meydana gelir dolu ve kar yağışı meydana gelir.Seller düşman siperlerini basar,binlerce insan boğularak ve donarak ölür.Yalnız Suvla’da 7000’den fazla insan boğularak ve donarak öldü.Bunun üzerine İngilizler Suvla ve Anzak’ın derhal tahliyesini istemişlerdi.28 İhtilaf devletleri Çanakkale’ye evvelce nispeten küçük kuvvetler yollamışlar, sonra bunu hemen hemen 500. 000’e kadar artırmışlar (400. 000 İngiliz ve 79.000 Fransız ) İngilizlerin Zayiatı 205.000 olmuştur.115.000 ölü, yaralı , esir ve kayıptır.90.000 insan memleketlerine hastalıktan dolayı yollanmıştır.Fransızların zayiatı ise 47.000 olmuştur.Türklerin zayiatı şehit,yaralı ve hasta olmak üzere 252.300 olmuştur.29 ÇANAKKALE’Yİ DÜŞÜNÜRKEN Türkiye’deki eğitimi görmek için ziyarette bulunan Japon yetkililerinden biri Türk yetkililere: “Biz çocuklarımızı atom bombasının atıldığı Nagazaki ve Hiroşima’ya götürerek: — “Bakınız eğer çalışmazsanız ülkemiz bu hale gelir. Yok, eğer çalışırsanız mevcut durumumuzdan daha iyi oluruz.” diyerek gençlerimize hem tarih şuuru hem de ideal veririz der, Türk idareci “Bizim Nagazaki ve Hiroşima’mız yok ki” diye karşılık verince, Japon yetkili: “Sizin de Çanakkale’niz var ya” der. Evet, bizim Çanakkale'miz var. Hem de öyle ki, tarihte ender rastlanan bir savaş, nadir görülen bir kahramanlık. Batılıların “hasta adam” diye nitelendirdikleri Osmanlı devleti birçok yönden zayıf durumda. Kısa süre önce yapılan Balkan harplerinden yenilgiyle çıkmış, iktidardaki bir avuç ittihatçı ülkeyi bir dünya savaşına girdirmiş. Ülke siyasî bir değişim içerisinde. Osmanlı bu durumda iken yüzyıllardır Osmanlı’ya diş bileyen Batı için intikamın tam zamanı. Özellikle İngilizler, hile ve desisesiyle Fransa’yı da yanına alarak, Çanakkale’yi geçip İstanbul’u işgal etmek ve dolayısıyla “insanlığın son adası Osmanlı devletini” ortadan kaldırmak ve Osmanlı ülkesini paylaşmak istiyordu. Düşüncesi bu olan Batılılar haçlı seferlerini yeniden canlandırırlar. Özellikle İngilizler ve Fransızlar ülkelerinden ve sömürgelerinden, Akif’in deyimiyle “kimi hindu, kimi yamyam” binlerce askeri Çanakkale’ye yığmış; hatta, “halifeye yardıma gittikleri” yalanıyla müslüman insanları dahi Osmanlı’nın karşısına getirmişlerdi.(1) Çanakkale savaşında büyük çoğunluğu üniversite mezunu ve kültürlü gençlerden oluşan yaklaşık 253 bin şehit veren(2) Osmanlı, Çanakkale’nin geçişini önledi ama ülkenin inşasında onarılması güç yaralar aldı. Malum ve bilinen kahramanlıkların aksine farklı bazı örnekler arz etmek istiyorum. Özellikle meşhur okullarımızdan (Mekteb-i Sultanî Galatasaray Lisesi, İstanbul Lisesi, Vefa Lisesi) örnekler vermek istiyorum. İSTANBUL LİSESİ 47 yıl öğretmenlik yapan Esat Lami Akman’ın oğlu Toygar Akman anlatıyor: — Birgün,“Neden bizden bilim adamı çıkmamış? Diğer ülkelerden ne farkımız var? Bizden hiç mi aydın yetişmemiş?” şeklinde ileri geri laf ettiğimizde babam gözlüklerini yavaşça çıkararak… — Aydın kaldı mı ki? demiş ve anlatmaya başlamıştı. — Babam anlattı, anlattıkça ağladı ve gözyaşlarını silerek: — O günlerin birinde İstanbul lisesinde, dokuzuncu sınıf(lise 1) talebelerine ders veriyordum. Sınıfın kapısı iki kez tıklatıldıktan sonra açılmıştı. İçeriye müdür muavini ile kalpaklı bir binbaşı girmiş ve sert bir asker selamı çakmıştı. Ben de ayağa kalkarak kendisini selamlamıştım. Daha ziyaret sebebini sormadan, binbaşı bana bakmış ve tok bir sesle: — “Muallim bey! Memleket, evlad-ı vatandan hizmet bekler” dedikten sonra sınıfa dönmüş ve arka sıralarda oturan uzun boylu öğrencilere: — “Sen gel, sen de gel. Köşede oturan, sen de gel.” diye seslenerek öğrencileri toplamaya başlamıştı. Ön sırada oturanlar, kendilerinin de alınması için oturdukları sırada dik oturmaya ya da ayaklarının ucuna basarak ayağa kalkmaya çalışıyorlardı. Binbaşı bu öğrencilere acı acı gülümseyerek bakmış ve sırtlarını okşamıştı… Topladıkları öğrencileri Selimiye kışlasında üç aylık eğitimden sonra Çanakkale’ye götürüyorlar ve bir daha gelmiyorlardı… Rahmetli babam sözlerinin burasında durmuş, dopdolu gözleriyle bana bakarak: — Gidenlerin hiçbiri geri gelmedi. Hepsi de 9. sınıfa kadar gelmiş evlatlarını şehit verdiler. Daha ne vereceklerdi ki? Memlekette aydın mı kaldı ki oğlum?(3) demişti. Anlatılan bu olayla ilgili bilmem yorum yapmak gerekir mi? VEFA LİSESİ İstanbul’da düşmanın Çanakkale’yi geçtiği söylentisinin ayyuka çıktığı bir dönemde İstanbul münevveri, okumuşu, akın akın Çanakkale’ye gönüllü gitmenin yollarını arıyorlar; üniversiteler boşalmış, yaşlı hocalar sınıflarda okutacak öğrenci bulamıyorlardı. Liselerin son sınıfları, öğretmenleri bölük bölük askerlik şubelerinin önünde sabahın erken saatlerinde sıraya giriyorlar; bir an evvel Çanakkale’ye gitmenin heyecanını yaşıyorlardı. Tam böyle bir durumda Vefa Lisesi’nde Fransızca muallimliği yapan, annesinden başkası olmayan 30 yaşındaki Ahmet Rıfkı Bey, 1915 Mayıs ayında her zamanki gibi hazırlığını yapıp, çantası elinde, mektep kapısından içeri girdi. Dersi lise 1. sınıftaydı… Sınıfta herkes başını önlerine eğmiş ne bakıyorlar ne de selamını alıyorlardı. Ahmet Rıfkı Bey, “rica ediyorum lütfen biriniz konuşsun” dedi… Arka sırada oturan Ömer ayağa kalktı: —“Muallim bey, mektebimizde ve mahallemizde eli ayağı tutan ağabeylerimiz Çanakkale’ye gönüllü gittiler. Siz ise hâlâ buradasınız! Biz de gitmek isteriz ama yaşımız tutmuyor” dedi… — “Sevgili yavrularım, insanlığın her döneminde olduğu gibi bu devirde de ziyadesiyle sizlerin eğitim ve öğretime muhtaç olduğunuz bu günde, milli ve medenî terbiyeyi veremiyor muyum?” Bu sözler muallim beyin ağzından düğüm düğüm, boğuk boğuk dökülüyordu. Ön sırada oturmakta olan Avni: — “Muallim bey, sevgili İstanbul elden giderse sizin verdiğiniz eğitim ne işe yarar, söyler misiniz?” Konuşacak hali kalmayan Ahmet Rıfkı Bey gerekli hazırlıkları yapar ve Çanakkale’nin yolunu tutar… Ve şehit olur…(4) MEKTEB-İ SULTANÎ (GALATASARAY LİSESİ) İmparatorluk devrinde derslerin tamamı Türkçe ve Fransızca olan tek mektep Galatasaray Lisesi idi. Talebesinin yekûnu 650 olup, bunun yarısına yakını da Rum, Ermeni, Yahudi, Bulgar, Sırp, Karadağ gibi gayri müslim ekalliyet çocuklarıydılar(5). Bu durum okulun ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. 45 şehit, 150 gazisi ile Çanakkale’de çok ciddi rol oynayan Galatasaray talebelerinin gördüğü iş takdire şayandır. Bunlardan bir tanesini sizlere arz edeyim. Mehmet Muzaffer Çanakkale’ye vardığında savaş durumuydu… Çanakkale’deki birliklerin büyük kısmı Kafkas, Irak, Filistin cephelerine sevk edileceklerdi. Hazırlanma ve noksanlarını ikmal emri aldılar. Karargâhta görevli olan Mehmet Muzaffer İstanbul’u çok iyi bilen uyanık ve açıkgöz biriydi. Otomobil lastiği ve bazı malzemelere ihtiyaç olduğundan bunu en iyisi ile ancak o yapabilirdi. Erkân-ı Harbiye Riyaseti’ne hitaben yazılı bir tezkere ile İstanbul’a gönderildi. O yıllarda otomobil az olduğundan, lastik bulmakta zor olmasının ötesinde kara borsada ancak bulunabilirdi. Uzun arama sonunda Karaköy’de bir yahudide aradığını bulmuştu. Fiyatlar çok fahişti. Ama anlaşma sağlandı. Oradan ayrılıp doğru Erkan-ı Harbiye’ye gitti. Elindeki tezkereyi tediye merciine havale ettiler. Az sonra yaşlı Kaymakam(yarbay)’ın huzuruna çıktı. Kaymakam baktı baktı ne kadar para istediğini sormadan: — “Ne alınacak” dedi. — “Oto ve kamyon lastiği” cevabı verilince bir an durdu. Sonra Muzaffere dik dik baktı: — “Bana bak oğlum! Ben askerin ayağına postal, sırtına kaput alacak parayı bulamıyorum. Sen otomobil lastiğinden bahsediyorsun! Haydi, yürü git. İnsanı günaha sokma… Para mara yok!” Selam çakıp dışarı çıkan Muzaffer kara kara düşünür. Zira kendine güvenilmişti. Düşünceli düşünceli yürürken birden durur, aradığı çareyi bulmuştu. Doğru tüccar Yahudi’ye gider: —“Paranın tediye muamelesi akşamüstü bitecek. Ezandan sonra gelip malları alamam, gece kaldıracak yerim yok. Yarın öğleden evvel vapurum Çanakkale’ye kalkıyor, yetiştirmem lazım. Onun için, sabah ezanında geleceğim. Malları mutlaka hazır edin…” Tüccar “peki” dedi. Muzaffer tam ayrılırken ilave etti: — “Altın para vermiyorlar, kâğıt para verecekler.” Ertesi gün ezan vakti tüccarın kapısındaydı. Mal yüklendi ve Çanakkale’nin yolunu tuttu. Tüccar kendisine verilen parayı üç gün sonra Osmanlı bankasına götürdü. Bozmadılar… Zira elindeki para sahteydi. O gece Mehmet Muzaffer, temin ettiği evrakla sabaha kadar sahte para yapmıştı. Paranın arkasında “Bedeli Çanakkale’de altın olarak tesviye olunacaktır.”(6) diye yazıyordu. Paranın akıbeti ve daha birçok hadise ismini zikrettiğim kitapta mevcut. Görüldüğü gibi Çanakkale gerçekten gurur kaynağımız, alınacak çok dersler ve ibretler vardır. Genç kuşağın özellikle bunu anlaması gerekirken, büyükler de bunu öğrenip, öğretmelidir. Mazisini bilmeyen, hâlini değerlendiremez ve geleceğe ümitle bakamaz. AHMET BELADA |
http://www.resimload.com/070904/UME_9.jpg KIBRIS MÜCAHİT ŞEHİTLERİMİZ 1964 YILI ŞEHİTLERİ ŞEHİTİN ADI SOYADI DOĞUM TARİHİ ÖLÜM TARİHİ Mehmet Mustafa Çoban 1920 1964 Ertan Ali 1945 1964 Hasan Tahir 1890 1964 Salim Tahir 1899 1964 Ziya Ali Tilki 1944 1964 Ayhan Hüseyin 1938 1964 Ali Fevzi 1902 1964 Cengiz Ratip 1933 1964 Halil Hasan 1915 1964 Hüseyin Niyazi 1938 1964 İbrahim Kazım 1946 1964 Kemal İbrahim Yahu 1946 1964 Kemal Mustafa Anatyulu 1934 1964 Mustafa Hasan Yorgancı 1914 1964 Münür Hilmi Şago 1916 1964 Turgut Sıtkı 1939 1964 Tahir Kani 1924 1964 Faik Cahit Sururi 1944 1964 Mulla Kani Salih 1880 1964 Osman Mehmet Ali 1910 1964 Kemal Hüseyin 1932 1964 Mustafa Kara Mehmet 1927 1964 Erol Mehmet Ali 1941 1964 Hüseyin Mustafa Patersan 1906 1964 Mustafa H. Hüsnü Abuzet 1934 1964 Bekir Ethem 1918 1964 Fahri Ahmet Hüdaverdi 1926 1964 Abdullah Haşim 1937 1964 Şerif Ali İbrahim 1924 1964 Ramadan Kazım 1902 1964 Ali Ahmet Barut Kaşıkçı 1901 1964 Mehmet Ahmet Sadrazam 1896 1964 Feride Mustafa 1917 1964 Cenan Kara Mehmet 1925 1964 Osman Süleyman 1885 1964 Fuat Hüseyin 1947 1964 Hasan Ahmet Kakuro 1910 1964 Mustafa Osman Çatalo 1925 1964 Osman Hasan 1920 1964 Osman Ahmet Kakuro 1904 1964 Nuh Ahmet 1936 1964 Ahmet Mehmet Veli 1913 1964 Ahmet Mustafa 1932 1964 Hamit İbrahim 1927 1964 İrfan Hasan Pilli 1929 1964 Hüseyin Vehbi 1910 1964 Kemal Ali Yorgancı 1927 1964 Muhittin Mustafa Yangın 1932 1964 Mehmet Asım Kalavaç 1943 1964 Muhammet Osman Besim 1939 1964 Osman Latif Dinçel 1942 1964 Osman Mulla Ahmet 1879 1964 Özkay Hamit 1951 1964 Salih Cevdet 1909 1964 Süleyman Recep 1925 1964 Tevfik Hüseyin 1944 1964 Adnan Ali Rıza 1925 1964 Asım Mulla Rasıh 1901 1964 Duriye Salih 1929 1964 Salih Tahir 1920 1964 Kazım Salih 1911 1964 Kemal Hüdaverdi 1928 1964 Gülseren Arif 1938 1964 Arif Hasan 1943 1964 Hasan Derviş Kamil 1943 1964 Ahmet Rahim Faruk 1927 1964 Emin İzzet 1948 1964 Mehmet Ali Galliga 1930 1964 Mehmet Ali Dede 1907 1964 Niyazi Hasan Kumarcı 1929 1964 Necip Behiç 1946 1964 Erol Hüseyin 1947 1964 Ahmet Hasan Dayı 1914 1964 Ekrem Namık 1941 1964 İbrahim Haşim 1900 1964 Mustafa İbrahim 1910 1964 Mehmet Mahmut Kasap 1915 1964 Fuat Mustafa 1941 1964 İbrahim Gazi 1932 1964 Mustafa Ahmet 1934 1964 Hüseyin Fikret Pipili 1910 1964 Saffet Mehmet Bağzıbağlı 1900 1964 Hüseyin Osman Foko 1931 1964 Önay Mehmet Ali 1944 1964 Savaş Behiç 1950 1964 Kerim Mustafa 1932 1964 Turgut Mehmet 1944 1964 Bayar Hüseyin Piskobulu 1934 1964 Erol İsmail 1933 1964 Özel Reşat Kansoy 1933 1964 Mehmet İdris 1906 1964 Memduh Sadık 1937 1964 Sadık Elmas 1916 1964 Ertuğrul Hasan Depreli 1926 1964 Enver Hüsnü 1941 1964 Fuat Hüseyin Yakup 1932 1964 Kemal Hüseyin Salih 1955 1964 Özkan Salim Eminağa 1946 1964 Osman Hüseyin Mani 1900 1964 Fikri Haşim 1935 1964 Havva Emirali 1911 1964 Emir Ali Hüseyin 1913 1964 Hasan İbrahim 1899 1964 İbrahim Ali 1914 1964 Behzat Hüseyin 1934 1964 Aytekin Zekai 1936 1964 Eybil Çetin 1942 1964 Nevzat Hüseyin 1936 1964 Osman Emir Ali 1938 1964 Hasan Hüseyin Dohnili 1929 1964 Esat Osman 1931 1964 İsmail Mehmet Hüseyin 1900 1964 Mustafa Salih Karaman 1897 1964 Mustafa Osman Akay 1940 1964 Caner Mehmet Ali 1945 1964 Fezile Ali 1920 1964 Hüseyin Halil Kavaz 1905 1964 Kamil Mehmet 1917 1964 Kaymakam Mazhar 1922 1964 Mehmet Ahmet 1920 1964 Mehmet Sinan 1905 1964 Pembe Mehmet Sinan 1910 1964 Taner Cemal 1957 1964 Zühtü Mehmet Emir Ali 1930 1964 Ali Dede 1900 1964 Ahmet Koca Mehmet 1925 1964 Hasan Mustafa Barboçolli 1942 1964 Ahmet Mustafa Meddi 1907 1964 Abdullah Emirzade 1935 1964 Ali Musa 1933 1964 Ali Hüseyin Genç 1930 1964 Bayar İbrahim 1941 1964 |
http://www.resimload.com/070904/57G_kumsal.jpg Eşi ve 3 oğlu Kıbrıslı Rumlar tarafından banyo küvetinde katledilen Binbaşı Nihat İlhan vahşeti 39 yıl süren suskunluktan sonra Saygı Öztürk'e anlattı. KIBRIS Türk Alayı Hastanesi'nin Baştabibi Binbaşı Nihat İlhan, hayatında hiç otobüs kullanmamıştı. Hastanedeki birkaç hastayı, ameliyat malzemelerini otobüsle çatışmaların yaşandığı Kaymaklı'dan götürmesi gerekiyordu. Alayda nöbetçiler dışında kimse kalmamıştı. Binbaşı İlhan, ameliyat malzemeleri ve sağlık gereçlerini meslektaşlarıyla otobüse yerleştirirken, birbirlerine 'Hadi, çabuk olun' diyorlardı. Askeri otobüsün şoförü yoktu. Kontak anahtarı üzerindeydi. Binbaşı İlhan, direksiyon başına geçti, aynaları kendisine göre ayarladı. Vitesle oynadı. Eli ayağı dolaşıyordu. Otobüs büyük bir gürültüyle çalıştı. Yanında doktor Ayhan Alkoç vardı. Yavaşça ilerlemeye başladı. Gecenin o saatinde, alayın yakınındaki Ermeni bakkalın açık olmasına hayret etti. Bu kişinin Yunan casusu olduğundan emindi. Bakkal, Türk askerlerinin gidişini görmüş, Binbaşı İlhan'ı otobüsün direksiyonunda gördüğünde hayret etmişti. Binbaşının sürprizi: Bir araba Kıbrıs fena karışmıştı. Türk ailelerini taciz ve tahrik etmek için gecenin bir yarısında evlerin kapısını çalıyorlardı. Binbaşı Nihat İlhan'ın alayda nöbette bulunduğu bir gece, evinin kapısı çalındı. Kapıyı açan Mürivet Hanım, kendisine İncil satmak isteyenlere, 'Kuran-ı Kerim getirin alayım' dedi ve kapıyı kapattı. Tahrikler öylesine artmıştı ki, Larnaka Köprüsü'nün önüne Rumlar bir tabela dikmişlerdi, 'Buradan Türk ve köpek geçemez' diye. İbadet sırasında camilere kurşun sıkılıyor, halkın namaz kılması engellenmek isteniyordu. Kıbrıs'taki her gerginlikte Ankara ayağa kalkıyor, eline Türk bayrağını alan Anıtkabir'e koşuyordu. Kıbrıs'ta yaşananlara duyarlı olanlardan birisi de Binbaşı İlhan'ın eşi Mürivet Hanım'dı. Ankara'da 'Ya Kıbrıs, ya Taksim' diye bağıranlar, ön saflarda yürüyenler arasında o da yer alıyordu. Bugün Nihat İlhan'ın aklından 'Eşim Kıbrıs mitinglerine katıldığı için mi Yunan ajanlarınca mimlenmişti' sorusu geçiyor... Mürivet Hanım, oğulları Murat, Kutsi, Hakan'la Kıbrıs'a gittikleri zaman kendilerini bir sürpriz bekliyordu. Binbaşı İlhan, kendisine sıfır kilometre Volkswagen otomobil almıştı. Binbaşı İlhan, sabahları işine otomobille gidiyordu. Çocuklar, babaları gelir gelmez otomobilin yanına gidiyorlar, otomobilinde 'şoförcülük' oynuyorlardı. Murat hep direksiyona geçiyor, Kutsi ağlayarak annesine şikayet ediyordu... Kahraman hemşirenin öyküsü Kaymaklı'da başlayan olaylar yayılıyordu. Gönyeli'de olaylar kontrol altına alınmıştı. Daha güvenli olduğu için hastane, yaralılar dahil Gönyeli'deki okula taşındı. Binbaşı İlhan, kapının önünde yaralı getirilip getirilmediğine bakıyordu. Uzakta bir hemşire gördü. Sırtında da bir yaralı. Gözleri doldu. Koştu, nefes nefese kalmış hemşirenin sırtındaki yaralıyı aldı. Hemşire, yaralıyı ta Kaymaklı'dan taşımıştı... Kıbrıslı hemşire, hastasının ameliyatında da başındaydı. Yaralı kendine gelip gözlerini açtığında hemşire karşısındaydı... Hemşire gülümsedi, 'İyi ki fazla kilolu değilmişsin. Yoksa seni getirirken benim canım çıkardı' dedi. Yaralı Kıbrıs Türkü, sınıftaki Atatürk'ün fotoğrafını gördü. 'Ben neredeyim?' diye sordu. O sırada İlhan yanlarına geldi. 'Oğlum seni buraya hemşire hanım sırtında getirdi. Böyle fedakar insanları oldukça Kıbrıs hep Türk kalacaktır' dedi. Hemşire hanım, cebinden çıkardığı mendille, yaralının alnındaki teri sildi. Göz göze geldiler. Sessizliği, 'iki yaralı daha geliyor' sesleri bozdu... Kıbrıslı Rumlar evi basıyor Makineli silahla kapıyı tarayan Rumlar, eve girmek için uğraşıyordu. Silah seslerine uyanan Binbaşı İlhan'ın eşi sabahlığını giyerken, bir yandan 'Murat, Kutsi, Hakan, uyanın uyanın' diyordu. Silah seslerine ev sahibi Feride Hanım ve eşi Hasan da uyanmıştı. Rumlar, kapıyı omuzladılar. Karşılarına önce ev sahibi Feride Hanım çıktı. Yediği kurşunlarla o hemen öldü. Eşi Hasan, kendisini karyolanın altına attı. Yerden seken kurşunlardan birisi bileğine isabet etti. Acı içinde kıvranıyor, ama sesini çıkarmıyordu. Binbaşı İlhan'ın eşi, çocuklarını banyo kuvetine bıraktı. 'Ağlamayın kurtulacağız' diyordu. Kendisi banyo kapısının önüne çıktı. Gözü dönmüş Rumlar, çocukları arıyordu. Önce çocukları öldürecekler, annelerine acı çektireceklerdi. Rumlar'ın ne dediklerini anlamıyordu. Anne, kapının iki tarafına kolunu germiş, çocuklarının olduğu yere onları sokmuyordu. Rumlar içerde gelişi-güzel ateş ediyorlardı. Kimisi buzdolabını, kimisi çamaşır makinesini hedef alıyordu. Arada bir konuşup kahkahalar atıyorlardı. Birisi Mürivet Hanım'ı kolundan çekti. O kapının koluna yapıştı. Diğeri elindeki silahın dipçiğiyle kapı kolunu tutan eline vurdu. Üçüncüsü karşısında gülüyor, diğeri ateş ediyordu. Kapıyı açtılar. Çocukları gördüler. Mürivet Hanım, 'Beni öldürün, yavrularıma kıymayın' diye yalvarmaya başladı. Birden onların önüne geçip küvetin içinde bulunan çocuklarının üzerine kollarını gerdi. Ağlamalara, yalvarmalara, Rumlar'ın kahkahaları karışıyordu. Annenin kollarından yakalayıp çocuklarının üzerinden kaldırdılar. O küçük banyoda kıyamet kopuyordu. Ne gelen vardı, ne giden... 22 Aralık'ı 23 Aralık'a bağlayan o soğuk, o uğursuz gecede banyoda silahlar patladı. Murat'ın kanı banyonun beyaz fayanslarına fırladı. Annenin haykırışı boşunaydı; gözü dönmüş Rumlar'ı daha da azgınlaştırıyordu. İnsanlık yok olmuştu. Karyolanın altındaki komşu Hasan nefesini tutmuştu. Küvette 27 boş kovan çıkmıştı! |
Şehitlere son görev Pazar günü Atatürk Anıtı önünde Kıbrıs şehitleri için tören düzenlenecekti. Binbaşı İlhan, konuşmasına 'Çocuklarıma bayrağı nerede görürseniz görün derlenip toparlanacaksınız. İstiklal Marşımız'ı duyduğunuz zaman hazır ola geçeceksiniz. Ülkemizi, tüm insanları sevmeleri için yetiştiriyordum' diye başladı. Kalabalıktan çıt çıkmıyordu. Binlerce kişi ölüm sessizliği içinde şehit eşini, şehitlerin babasını dinliyordu... O soğuk Pazar günü şehitlere Elazığlılar son görevini yerine getirdi. Binbaşı İlhan, şehitlerini toprağa verip, Ankara'ya gittiğinde, görev yeri olan Kıbrıs'a bir an önce gitmek, yaraları sarmak istiyordu. Ona, 'hayır' dediler. O artık Kıbrıs'a gönderilmeyecekti. Kıbrıs çıkartmasını öğrendiği zaman, gönüllü olarak gitmek istedi. Ona yine 'hayır' dediler. Kıbrıs çıkartmasının ilk günlerinde ona bir mektup geldi. İçinde bir fotoğraf bulunuyordu. Zarfı açtı, önce fotoğrafa baktı: 'Lefkoşa'daki bizim ev' dedi. Mektup, 'Sevgili Kardeşim Nihat' diye başlıyordu. Mektubu gönderen ise Kıbrıs çıkartmasında bulunan ünlü komutanlardan Bedrettin Demirel'di. Şehitlerin kanlarının yerde kalmadığını, Kıbrıs Türkü'nün esaretten kurtulduğunu bildiriyordu... Eşi ve çocuklarının şahsi eşyalarını, çocuklarının çok sevdiği 1963 model Volkswagen'i Kıbrıs'tan Elazığ'a getirtti. O otomobile hep gözü gibi baktı. Eşi ve çocuklarının anısını saklayan bu otomobile arada bir bindi. Bindiği zaman otomobilinde hep onların oynayışlarını, sevinç çığlıklarını, ağlayışlarını duydu. 39 yıllık otomobili 39 bin kilometre bile yol kat etmemiş. Nihat İlhan, bazen otomobilini garajından çıkarıp uzaklaşıyor. Arada bir arka koltuklara bakıyor, 'Murat, Kutsi' diyor. Hakan daha küçük. Ne söylediğini anlamazdı bile. Seslerini duyamayınca bir kez daha sesleniyor. Yine cevap alamıyor. O yoğun trafikte dikiz aynasından arka koltuğa bakıyor... Onları göremiyor... Heyecanlanıyor. Sağ koltukta eşi de yok... Sonra anımsıyor. Otomobilini bir kenara çekiyor. Sigarasını yakıyor. Otomobili garajına bıraktıktan sonra abdest alıp 'Mürivet', 'Murat', 'Kutsi', 'Hakan' adını verdiği çamların dibinde ruhlarına Fatiha okuyor. Eline hortumu alıyor dallarına tutuyor. Dallar sallandıkça eşi ve çocuklarının 'teşekkürlerini' duyar gibi oluyor... O yorgun beden birden beyaz bir kelebek olup sallanan dalların üzerine konmak istiyor... |
Yatan Asker.. Yanıp, tutuşurken vatan aşkıyla, Namusum olan ay yıldızlı bayrağa.. Sahip çıktıkça, ülkemin her karış toprağına Şehit olup yatacağım sonsuza dek bu topraklarda.. Sen hiç yattın mı? Topraktan yatakta… Sen hiç yattın mı? Yıldızlarla bezenmiş gök kubbe altında… Sen hiç yattın mı? Bulutların oluşturduğu yorganla… Sen hiç… Hiç yattın mı? Büzülmüşüm yatıyorum, Sanki ana rahminde… Soğuktan yapışmış elim metale, Tenim kalır namlunun üzerinde.. Sen hiç yattın mı? Donmuş toprakta … Sen hiç yattın mı? Uçsuz bucaksız simsiyah mekan da… Sen hiç yattın mı? Alaz rüzgarın, yüzünü kamçıladığında … Sen hiç… Hiç yattın mı? Titrerim, korkudan değil, Islanmış, bitap bedenim.. Düşünürüm sevgiyi, yokluktan değil, Anadır, babadır, gardaştır, yüreğim.. Sen hiç yattın mı? Kan kokan toprakta … Sen hiç yattın mı? Etrafını saran barut kokusun da… Sen hiç yattın mı? Şehit düşen arkadaşının yanında … Sen hiç… Hiç yattın mı? Bayrağım namus, Vatanım ana!! Allah şahidimdir, ölmekse uğruna!! Tüm şehitler gibi toprak olsa da kefenim!! Yatmazsam şehitlikte, namert oğlu namerdim.. M. Şükrü ŞEKER 06 Eylül 2006 Çarşamba, 01:27:36 TÜM ŞEHİT, GAZİ VE ASKERLERİMİZE İTHAF EDİYORUM.. DAĞLARDA ÜLKEMİZ İÇİN NÖBET TUTAN VE HAYATINI FEDA ETMEYE HAZIR TÜM ÜLKESİNİ SEVENLERE |
Çanakkale Şehitlerine Şu Boğaz Harbi Nedir? Var mı ki dünyada eşi? En kesif orduların yükleniyor dördü beşi, -Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya, Ne hayasızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı! Nerde-gösterdiği vahşetle “bu: bir Avrupalı” Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi! Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer Kaynıyor kum gibi, Mahşer mi, hakikat mahşer. Yedi iklimi cihanın duruyor karşında, Osrtralya’yla beraber bakıyorsun ; Kanada! Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk. Sade bir hadise var ortada : Vahşetler denk. Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela... Hani tauna da zuldür bu rezil istila... Ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-i asil, Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle sefil, Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına; Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına, Maske yırtılmasa hala bize affetti o yüz ... Medeniyet denilen kahbe, hakikat yüzsüz. Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbab, Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harab. Öteden saikalar parçalıyor afakı; Beriden zelzeleler kaldırıyor a’makı; Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin. Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam, Atılan her lağımın yaktığı: Yüzlerce adam. Ölüm indirmede gökler, ölü püskürtme de yer O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer... Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak, Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak. Saçıyor zırha bürünmüş de namerd eller, Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller. Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere, Sürü halinde gezerken sayısız tayyare. Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler... Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler! Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman? Hangi kuvvet onu, başa, edecek kahrına ram? Çünkü te’sis-i ilahi o metin istihkam. Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler, Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer; Bir göğüslerse Huda’nın edebi serhaddi; “O benim sun’-i bediim, onu çiğnetme” dedi. Asım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek. Şuheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar... O, rukü olmasa, dünyaya eğilmez başlar, Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor! Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker! Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer. Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhid’i... Bedr’in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi. Sana dar gelmeyecek makber’i kimler kazsın? “Gömelim gel seni tarihe”desem, sığmazsın. Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab... Seni ancak ebediyetler eder istiab. “Bu, taşındır” diyerek Ka’be’yi diksem başına; Ruhumun vayhini duysam da geçirsem taşına; Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyle; Kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle; Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan; Yedi kandilli Süreyya’yı uzatsan oradan; Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına; Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına, Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem; Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem; Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana... Yine bir şey yapabildim diyemem hatırına. Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini, Şarkın en sevgili sultanını Salahaddin’i, Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran... Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran, O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın; Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın; Sen ki, a’sara gömülsen taşacaksın... Heyhat, Sana gelmez bu ufukalar, seni almaz bu cihat... Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber, Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber. MEHMET AKİF ERSOY |
SAĞ KOLUMU KAYBETTİM AMA SOL KOLUM VAR" Seddülbahir ve Conkbayır'ın büyük kahramanlarından biride Bombacı Mehmet Çavuş 'tu. Bu kahraman Anadolu çocuğu ,İngilizlerin siperlerimize fırlattığı el bombalarını korkusuzca hemen yakalar,karşı tarafa fırlatır ve zararını kendilerine dokundururdu. İngilizler bunu anlamış olacaklar ki bombaları bir kaç sayı saydıktan sonra fırlatarak Mehmet Çavuş 'un iadesini önlemeye çalışmışlardı. İşte böyle bir bomba Mehmet Çavuş 'un elinde patlayarak sağ elinin bileğinden kopmasına sebep olmuştu. Bu yiğit delikanlı vazife şuuruyla hastahaneden tabur kumandanına yazdığı mektupta şöyle diyordu: "Sağ kolumu kaybettim, zarar yok,sol kolum var. Onunla da pekala iş görebilirim. Beni müteessir eden ve yüne kıtama iltihak edip düşmanla çarpışmama mani olan şey yaramın henüz kapanmamış olmasıdır. Hastahaneden kurtularak halen harbe iştirak edemediğim için beni mazur görünüz ,affedeniz muhterem kumandanım.." BENİM GÖZLERİM GÖRECEĞİNİ GÖRDÜ O gün Boğaz tabyaları arasında en çok iş gören ve en çok hasara uğrayan Rumeli Mecidiyesi Bataryası oldu. Sabahtan beri muharebenin en şiddetli anlarında dahi iki sahil arasında gidip gelmekten çekinmemiş olan Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa, tabyanın feci durumunu haber aldığı zaman yine motora atlayıp Çimenlik İskelesi'nden karşı sahile hareket etti. Cephaneliği berhava olan tabyanın durumu hazindi. İstihkam yıkıntıları arasında dolaşmakta olduğu sırada bir ağacın altına uzanmış olan bir askerin hali dikkatini çekti ve yanına gidip * " Ne var evlat ?" diye sordu. Nefer hemen yerinden fırlayıp esas duruş vaziyeti aldı. Çünkü sesi tanımıştı. Ama gözleri başka tarafa bakıyordu. * " Gözlerine bir şey mi oldu oğlum?" O zaman nefer tok sesiyle " Üzülmeyin efendim" diye cevap verdi. " benim gözlerim göreceğini gördü" ( Evet düşman gemilerine tam isabet kaydedilmiş ve "Ocean" destroyeri hareket edemez hale getirilmişti.) Cevat Paşa sessiz sessiz ağlıyordu |
VATAN http://www.resimload.com/070905/u8U_33b.jpg Kimse söndüremez tüter bu ocak, Adı türktür Bu vatanın türk kalacak. Şehit ve gazi bedelidir bu şanlı bayrak, Adı Türk'tür bu vatanın türk kalacak. Nice şehitler vermiş bu toprak, Sahiip çıkılacak vatan ve bayrak. Tüm gençlik vatan bekçisi olacak, Adı Türk'tür bu vatanın Türk kalacak. Her şafakta bir ışık parlayacak, Tüm gençlik ona sahip çıkacak. Türk gençliği uşak olmayacak, Adı Türk'tür bu vatanın Türk kalacak. Düşman karşısında birlik olacak, Barış ve kardeşlik ülkümüz olacak. Huzuru bozana dünya dar olacak, Adı Türk'tür bu vatanın Türk kalacak. Yüzlerce Cemal gazi olacak, Binlerce Mehmet Şehit Olacak. Tüm gençlik nöbet tutacak, Adı Türk'tür bu vatanın Türk kalacak. Cemal MUTLU E.J.Gazi Ütgm. 1985 Kara Harb Okulu Mezunu |
Soran Olursa http://www.resimload.com/070905/qJP_10b.jpg Seni tek başına gören olursa Dertliyim derman bulunmaz dersin Gözünden akan yaşı gören olursa Sevdiğim askerden gelmedi dersin Başkasını seversin diyen olursa Ondan başkasını sevemem dersin Seni evlendirecekler diyen olursa Ömrümde başkasına yar olmam dersin Ne zaman gelecek diye soran olursa Geldi kalbimde yaşıyor dersin Onun aşkı yalan diyen olursa Ettiğimiz yemin büyüktür dersin "Askerler vurulunca değil unutulunca ölürler." |
HİSSETMİŞTİM ANNE http://www.resimload.com/070905/BmJ_11b.jpg Ana bu sabah yine erken uyandık Botları boyadık,düzeni yaptık Sabah sabah iştimada dimdik ayaktaydık Ben şehit olacağımı hissetmiştim anne Bir emir geldi babacan komutandan Araçlara bindik tam teşhizat hep bir andan Karamanlı başladı dua okumaya ağzından Ben şehit olacağımı hissetmiştim anne Mataramda ki su sanki zem zemdi Tetiğim gül oya,süngüm bir çiçekti Yüreğimde ki sevda daha bir depreşti Ben şehit olacağımı hissetmiştim anne Sen geldin aklıma giderken göreve Sivaslının gözündeki yaşa takıldı aklım Sordum kendi kendime acep niye Biliyordu o da kavuşmayacaktı nişanlısı Emine'ye Ben şehit olacağımı hissetmiştim anne Bir ses duyuldu önce kulaklarım oldu sağır Az sonra geldim kendime koştum cenke Arkadaşlar dökülüyordu tek tek yere bağır ALLAH diye bağır Gözümde ki yaş düşmüştü gönlüme orda oldu kahır Ben şehit olacağımı hissetmiştim anne Vatan içindi dökülen kanlar yere Çakallar karşı cephede mehmetçikler yerlerde Tokatlı,Yozgatlı düşmüş kalmışlar üst üste Allahım sen onlarında gazasını mübarek eyle Ben şehit olacağımı hissetmiştim anne Doğduğum anı bilmem ama anam Ölürken son sözüm oldu VATAN Helaldir ona bu uğurda verilen her can Ana ağlamaysın oğlun oldu şehit OSMAN Ben şehit olacağımı hissetmiştim anne VATAN SAĞOLSUN |
Ben Bir Şehit Oğluyum http://www.resimload.com/070905/RyW_24b.jpg Bir hainin kurşunu aldı babamı benden, Uyuyormuşum o gittiğinde sıcak yatağımda, bütün uyuyanlar gibi sessizce… Yüzünde garip bir mutluluk varmış, anamla vedalaşırken… Sanki düğüne gidiyor gibiydi dedi anam… Öp demiş çocuklarımı uyandıklarında, ben kıyamadım uyandırmaya hanım, sen öp… Anam öptü mü o gün beni bilmem ama, ben baban şehit olmuş dediklerinde, babamı son kez gören o anamın gözlerini, belki de yüzlerce kez öptüm… Yağmura hasret çorak toprak gibiyim şimdi… Hasretim bitmek bilmiyor… El sürdüğü yerlere ellerimi sürüyor, Kokusu kalmıştır diyerek belki, eşyaları kokluyorum… Örtülerin altında ağlıyorum anamdan habersiz geceleri, “Allah’ım, beni babama kavuştur” diyorum “Babama kavuştur, ama onun gibi…” Biliyorum herkese nasip olmaz şehitlik. Mutluyum o yüzden, Ama söz dinlemiyor yüreğim, Özlüyor, onu , çok özlüyorum…. Ben bir şehit oğluyum, Bu vatan , bu bayrak, bu toprak için Şehit oldu benim canım babam… Mertçe, yiğitçe, erkekçe… Ben uyurken, birileri uyurken huzur içinde, sessizce… Gün gelsin Allah’ım artık, Şehit oğlu şehit desinler artık bana da, Vatan için, namus için, bayrak için öleyim Vatan sağolsun desin anam, vatan sağolsun Toprak sarsın beni, ben babamı sarayım… 14.09.2006 Oğuz Kaçtan İzmir Radyosu Program Müdürü |
ŞEHİT BABASINA http://www.resimload.com/070905/Kmb_28b.jpg Yiğit Babam karalar bağlama sakın, Sakın çevrene yaşlı gözlerle bakmayasın... Güçlü olmalısın sen hiç olmadığın kadar, Sen gururlu bir Şehit Babasısın... Ben iyiyim, ferahtayım üzülme, Titremesin hiç o güçlü sesin... Sitem etme sakın kadere, Bayrağıma artık gururla bakmalısın... Güzel bir uyku baba benimkisi, Tıpkı beşikteyken hayran hayran baktıgın gibi, Sarı lacivert şapka koyardında başucuma, Yine Sarı Lacivert şapkam var başımda... Çok rahat bir uykudayım şimdi... Çok şanslıyım ben baba.. Hep yanındayım aslında, Ay- Yıldızdır artık benim yüzüm... Görmek istersen beni baba, Bak bu güzel vatana... Güzel ülkemin topragıdır tenim, Okşa baba toprağını gururla... Ve ormanıdır benim saçım, İyi bak onlara... Dağları gibi heybetli işte göğsüm, Kanatlarım hala güçlü kartalları kadar... Kanım hala asil akar sularında, Ve hiç olmadığım kadar yakınım sana. Baba görmek istersen eğer beni; Diyar diyar gez şehirlerimi. Ve bak o masmavi göklerine,ne güzel; Görmek istersen gözlerimi... İşte aslan oğlun, dimdik karşımdasın, İşte gururla hala ayaktasın, Anla yiğit babam anla, Sen artık bu vatanının babasısın! .. İlker ÜNLÜ Hv.Plt.Tğm 22 Şubat 2005 |
VATAN SAĞOLSUN http://www.resimload.com/070905/Ajg_137b.jpg Bir patlama,bir soğuk demir, bir rüzgar sesi, Tüm hayat bir parmakta, verilmiş son nefesi... Ay Yıldız nişan olmuş da göğsüne buyurmuş, Bu yara Mehmet\'imin vatana hediyesi... Bir patlama,bir soğuk demir, bir rüzgar sesi! Bu onur, bu gurur, kahramanlık abidesi, Tarihine yazdığın Türklük\'ün efsanesi... Kanın toprağa ad koymuş da vatan buyurmuş, Bu ada adanan kanlar bir veda busesi... Bu onur, bu gurur, kahramanlık abidesi! Bir kırmızı, bir beyaz, bir millet efsanesi, Bu Ay, bu Yıldız, bir kahramanlığın simgesi, Tüm dağları taşları onlara selam durmuş, Aldığımız her nefes bir şehit hediyesi... Bir kırmızı, bir beyaz, bir millet efsanesi! Bir hüzün, bir şeref, doğrulur şehit annesi, Tabutta aksi belirir görülünce nicesi, Gökyüzü ağlarmış da yeryüzü can bulurmuş, Bir anadan duyulunca \'Vatan Sağolsun\' sesi... Bir hüzün, bir şeref, doğrulur şehit annesi! İlker ÜNLÜ Hv.Plt.Tğm 10 Mayıs 2006 |
TÜRK ASKERİ GELİYOR http://www.resimload.com/070906/KEa_172b.jpg Ulu dağlar yol verin bu cengaver yiğide, Yere göğe sığmayan demir gibi yüreğe, Sarılmış bayrağına sanki düğüne gidiyor, Vakur bir tebessümle Türk Askeri geliyor! .. Her adımıyla gurur duyan kalpler adına, Kılıcını çekti mi koyar mı hiç kınına, Vatanına göz diken düşmanının yanına, Allah Allah diyerek zemzemlenip gidiyor! .. Kurşun nasıl parlaksa işte öyledir canı, Başta gürcedir sesi,hasmınadır inadı, Her ne kadar sertse de yumuşaktır rüzgarı, Cephede destanlaşan dostluğuyla geliyor! .. Binbir kraldan cesurdur Mehmetçik adıyla, Tanrıçalara emsaldir asilce kanıyla, Canı ile tuttuğu göz yaşartan andıyla, Toprağını kanıyla vatan yapıp geliyor! .. Sarsın alemi emsali görülmemiş değer, Sancağını dik tutan tüm dikbaşları eğer, Yüz kiloluk mermileri kaldıran bu eller, Ölmeden sancağını dimdik çakıp geliyor! .. İlker ÜNLÜ Hv.Plt.Tğm 16 Mayıs 2006 |
İki Yolcu http://www.resimload.com/070906/X9p_158b.jpg Bu kalabalık senin düğününe Benimse cenazeme geliyor Bu davullar senin düğününe; Benimse cenazeme çalıyor. Senin üzerine çiçek Benim üzerime toprak atacaklar Senin kınalı ellerinden Benimse tabutumdan tutacaklar Seni türkülerle, beni ağıtlarla Uğurlayacaklar bizi iki yolcu gibi İkimizde giysisi beyaz olacak Nüfusa seni EVLİ beni ise ÖLÜ Yazacaklar. |
http://www.resimload.com/070907/bnK_230b.jpg BEN BİR ŞEHİT ANNESİYİM Merhaba, Ben bir şehit annesiyim. Oğlum PKK terör örgütü mensupları ile Sasan ilçesi Bağlarbaşı mevkiinde girilen silahlı çatışmada şehit düştü. Benim amacım kendimi acındırmak değil sadece şehit ailelerine verilen haklardan hiçbirine sahip değilim hiçbir derneğe üye falan değilim hiç kimse bizi tanımıyor. Benim isteğim beni tanımanız ve sormanız tek isteğim bu. Ben bu vatana zorluklarla büyüttüğüm evladımı şehit verdim. Gerekirse bir oğlum daha var onuda onuda vatana seveseve veririm. Sözlerimi bitirmeden önce bende şehit annesiyim beni unutmayın sorun bana yeter başka isteğim yok hepinize saygılarımı sunarım. Alime ÇELİK - Pasinler / ERZURUM Mektub'un Orjinal Metni İçin Tıklayınız. OKU |
Ben Şehit miyim, hain miyim?. 1972 doğumluyum... Şehidim, 1992''den beri.... Komando er olarak Diyarbakır''in Kulp ilçesinde görev yapıyordum. Devriyeden dönüyorduk. Ansızın üzerimize el bombaları fırlattılar; kurşun yağdırdılar. Karşılık verdik... Teröristler kaçtılar... Baktım ki teğmenim yaralanmış.. Gittim onu kucağıma aldım ve askeri cipe doğru götürmeye başladım. Ansızın dünyam karardı... Bir kurşun, kafamin sağından girip solundan çıktı... Kucağımda teğmenim, yola devrildim... Kanım toprağa yayıldı... Ben ne suç işledim? Ben Şükrü Eraslan... Tokat'ın Reşadiye ilçesine bağlı Büsürüm Beldesi'ndenim... Ailem ve akrabalarım düğün dernek ederek yolladılar beni askere... Milletim ve vatanım için... Diyarbakır'ın kırsalında bir suikast silahı ile beynimi parçaladılar... Soruyorum şimdi size: Suçum neydi benim? Soruyorum Başbakanıma, dışişleri bakanıma: Ben şehit miyim, hain miyim? Ben şehit isem beni vuranlar neci? Millet de sorsun bunu … Güneydoğu'da yolu kesilen, pusuya düşürülen, saldırıya uğrayan ve bu nedenle can veren askerler suçlu mudur? Onlar, oralara gidip bu ülke uğruna canlarini vermekle hainlik mi etmişlerdir? Sakın, bu nasıl soru demeyin... Bakın iki günde beş arkadaşımı daha vurdular... Vuranlar mı doğru vurulanlar mı? Cevabını başbakanımız versin... Çünkü, bizi hatırlayan yok... Bütün övgüler, bütün televizyonlar, bütün gazeteler çetecilere... Öyle değil mi ey halkım, öyle değil mi? Bize vuranlara devlet töreni düzenleniyor… Ben Şükrü Eraslan... Büsürüm Beldesi''nden... Taşı sıksam suyunu çıkartırdım. Bu vatan uğruna bin canım olsa binini de verirdim... Çünkü, biliyordum ki ölürsem şehit olacağım... Gel gör ki şimdi şaşkınım... Çünkü, beni Kanas tüfeğiyle vurduranlar; devletimizi yönetenler tarafından neredeyse törenle kabul ediliyorlar... Bütün övgüler onlara... Suikastçinin akıl hocalarının siyasi hakkı, kültürel hakkı... Soruyorum başbakanıma: Ya benim yaşama hakkım... Bundan büyük hak olur mu? Neden kimse onu savunmaz? Neredesin komutanim? Ben Şükrü Eraslan! Komando er... Tokatlı... Isparta'da eğitimde iken bana ne demiştin komutanım? Siz bu milletin göz bebeğisiniz. Ölürseniz şehit, yaşarsanız gazi olacaksınız.... Öyle mi komutanim? Beni vuranlara, şimdi en üst yöneticiler gülücükler yolluyor... Kanas silahını kullanan, neredeyse kahraman ilan edilecek... Herkes onların kültürel haklarının peşinde... Benim yaşama hakkımı düşünen bile yok. Neden bizi kandırdınız kumandanim? Ve neredesiniz? Resmim size yadigar Ben Tokatlı komando er Şükrü Eraslan! Bir nisan günü Kulp'ta, pusuda kaldım... Şu an o kurşun yarasından daha derin bir yaram var. Kendimi fena halde aldatılmış hissediyorum. Binlerce arkadaşım adına... Kanı ile yeri sulayan; arkasından ağıtlar yakılan Türk bayrağına sarılı tabutları ile giden arkadaşlarım adına... Diyorum ki resmime bakın, bir karar verin: Ben Şehit miyim, hain miyim?. Serkan Alper |
ADIM ÇANAKKALE, SOYADIM GEÇİLMEZ! ÇANAKKALE'M ALINYAZIM YÜREĞİMDE İNCE SIZIM UNUTURSAM SEVDANI OY ÖNÜME AKSIN İKİ GÖZÜM Ali Yaşar http://www.sehitlerimiz.org/modules....ticle&sid=5045 |
|
http://www.resimload.com/070915/wAn_canakale.gif BU YAZI, ÇANAKKALE SAVAŞLARI'NIN NE TARİHÇESİ NE DE ÖYKÜSÜDÜR .... SADECE ÇANAKKALE DESTANI'NIN SAYFALARINDAN BİRKAÇ ÇİZGİDİR ... Çanakkale Savaşı, demir ve çeliğin, insan gücünü ve cesaretini yenemeyeceğini ve vatan sevgisini öldüremeyeceğini, yıldıramayacağını bütün dünyaya kanıtlamıştır. Bu savaş, milletçe uyanışımızın gerçek başlangıcı olmuştur. Mustafa Kemal Arıburnun'dan, Anafartalar'dan, Kocaçimen'in şahekasından bir güneş gibi doğmuştu. Çanakkale'de feda edilen Türk kanı, Türk istiklâlinin ve Cumhuriyeti'nin harcına karışmıştı. Şehitlerimizin ve gazilerimizin aziz hatırları önünde şükranla eğilelim... DUR YOLCU! BİLMEDEN GELİP BASTIĞIN BU TOPRAK, BİR DEVRİN BATTIĞI YERDİR. EĞİL DE KULAK VER, BU SESSİZ YIĞIN BİR VATAN KALBİNİN ATTIĞI YERDİR. |
"Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler gelir, başka komutanlar hâkim olabilir" 25 Nisan 1915 / Conkbayırı / Mustafa Kemal "Benimle beraber burada muharebe eden askerler kesin olarak bilmelidir ki, bize verilen namus görevini eksiksiz yapmak için bir adım geri gitmek yoktur. Uyku, dinlenme aramanın, bu dinlenmeden yalnız bizim değil, bütün milletimizin sonsuza kadar mahrum kalmasına sebep olacağını hepnize hatırlatırım." 3 Mayıs 1915 / Arıburnu / Mustafa Kemal "İngiltere Harbiye Bakanlığına, Niçin geriye çekildiğimizi soruyorsunuz, bütün gerçeği tüm açıklığı ile size bildirmek isterim. Çok cesur muharebe eden, en iyi sevk ve idare edilen asil Türk Ordusunun ve Albay Mustafa Kemal gibi dahi bir komutanın karşısında bulunuyoruz. Bunu hiçbir zaman unutmayalım." General Hamilton Çanakkale İngiliz Başkomutanı 17 Ağustos 1915 |
57. ALAY 57. ALAY, Çanakkale Savaşları'nda ve Türk Toprağı'nın savunulmasında büyük bir öneme sahiptir. Göğüs göğüse çarpışmaların yaşandığı ve Atatürk'ün de 57. ALAY'a hitabı da söz konusudur: "Onlar mukaddes vatan toprakları için canlarını seve seve vermişler, Çanakkale Savaşları'nın kaderini değiştirmişlerdir. Burada geçen her saniye, kullanılan her an, ölen her nefer Türk vatan ve milletinin mukadderatını çizmiştir. Kara savaşlarına katılan ilk birlik olan 57. ALAY vatan sevgisinin ne olduğunu insanlığa göstermiştir. Bu kahraman Alayı hayranlık, minnet ve rahmetle anıyorum..." Mustafa Kemal ATATÜRK 57. ALAY ŞEHİTLİĞİ'NDE İLGİNİZİ ÇEKECEK BİR OLAY Bu şehitlik yapılırken, toprak altında kalmış siperlerden birinde, birbirlerine sarılmış iki subay iskeleti bulunmuştur. Toprak içinde bulunan künye ve muskadan, birisinin 57. ALAY 6. Bölük Komutanı Erzincanlı Üsteğmen Mustafa Asım'a, diğer subayın İngiliz Kolordusundan Yüzbaşı L. J. Woiterse ait olduğu anlaşılmıştır. İskeletler muska ve künye aynı yere gömülmüş bulunan İngiliz ve Osmanlı mermileri ilgililere tespit edilmiştir. Bu iki kahramanın 26 Nisan 1915 günü siperlerde boğuşurken öldüğü anlaşılmıştır. Allah Rahmet eylesin, toprakları bol olsun... ( Güzel Sanatlar Genel Müdürü, Çanakkale, 25 Ekim 1992 ) |
ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE http://www.resimload.com/070915/xAZ_...y1bz2dkqa3.gif Şu boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi? En kesif orduların yükleniyor dördü beşi, - Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya - Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya. Ne hayâsızca tahaşşüt ki ufuklar kapalı! Nerde - gösterdi vahşetle "bu, bir Avrupalı" Dedirir - yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, Varsa gelmiş, açılıp mahpesi, yahut kafesi! Eski Dünya, yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer, Kanıyor kum gibi... Mahşer mi, hakikat mahşer. Yedi iklimi cihanın duruyor karşısında; Ostralya'yla beraber bakıyorsun; Kanada! Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk, Sâde bir hadise var ortada: Vahşetler denk. Kimi Hindû, kimi Yamyam, kimi bilmem ne belâ... Hani tâûna da zuldür bu rezil istilâ... Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-u asîl, Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle sefil, Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına; Döktü karnındaki esrarı hayâsızcasına, Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz... Medeniyet denilen kahpe, hakikat yüzsüz. Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb, Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harab. Öteden şâikalar parçalıyor âfakı; Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı, Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin, Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin. Yerin altında Cehennem gibi binlerce lâğam; Atılan her lâğamın yaktığı yüzlerce adam. Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaz-ı beşer... Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak; Boşanır sırtlara, vâdilere, sağnak sağnak. Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmert eller, Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller. Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere. Sürü halinde gezerken sayısız tayyare. Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat liman? Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm? Çünkü te'sis-i ilâhi o metin istihkâm. Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler, Beşerin azmini tevkif edemez sun-u beşer Top tüfekten daha sık gülle, yağan mermiler... Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler. Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; Ne göğüslerde Hüdâ'nın ebedî serhaddi; "O benim sun-u bedîim, onu çiğnetme" dedi. ÂSIM'ın nesli... Diyordum ya... Nesilmiş gerçek; İşte çiğnetmedi nâmusunu , çiğnetmeyecek. Şühedâ gövdesi, bir baksana dağlar taşlar, O rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar, Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor, Bir HİLÂL uğruna, yâ RAB, ne güneşler batıyor! Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor TEVHİD'i... BEDR'in aslanları ancak bu kadar şanlı idi. Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? "Gömelim gel seni tarihe" desem sığmazsın. Her ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitap... Seni ancak ebediyetler eder istiâb. "Bu, taşındır" diyerek KÂBE'yi diksem başına; Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına; Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namiyle, Kanayan lâhdine çeksem bütün ecramiyle; Ebr-i nisanı açık türbene çatsam da tavan, Yedi kandilli Süreyya'yı uzatsam oradan; Sen bu âvizenin altında bürünmüş kanına, Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına, Türbedârın gibi tâ haşre kadar bekletsem, Gündüzün fecr ile âvizeni lebrîz etsem; Tüllenen Mağribi, akşamları, sarsam yarana... Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana. Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini, Şarkın en sevgili sultanı SALÂHADDİN'i, Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran... Sen ki, İslâmı kuşatmış, boğuyorken hüsran, O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın, Sen ki, rûhunla beraber gezer ecramı adın; Sen ki, âsâra gömülsen taşacaksın... Heyhat! Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat... Ey şehit oğlu, şehit, isteme benden makber, Sana âguşunu açmış duruyor PEYGAMBER? M. Akif ERSOY |
BİRLİK http://www.resimload.com/070915/oM4_tek.gif CEHENNEM OLSA GELEN, GÖĞSÜMÜZDE SÖNDÜRÜRÜZ, BU YOL Kİ HAK YOLUDUR, DÖNME BİLMEYİZ YÜRÜRÜZ, DÜŞER Mİ TEK TAŞI SANDIN HARİMİ NAMUSUN, MEĞER Kİ HARBE GİDEN SON NEFER ŞEHİT OLSUN. ŞU KARŞIMIZDAKİ MAHŞER KUDURSA, ÇILDIRSA, DENİZLER ORDU, BULUTLAR DONANMA YAĞDIRSA, BU ALTIMIZDAKİ YERDEN BÜTÜN YANARDAĞLAR TAŞIP DA KAPLASA ÂFAKI BİR KIZIL SARAR. DEĞİL Mİ CEPHEMİZİN SİNESİNDE İMAN BİR, SEVİNME BİR, ACI BİR, GAYE AYNI, VİCDAN BİR, DEĞİL Mİ ORTADA BİR SİNE ÇARPIYOR, YILMAZ, CİHAN YIKILSA EMİN OL BU CEPHE SARSILMAZ. M. Akif ERSOY |
Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 16:43. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.5
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.